Bir Hayalim Var - I Have A Dream
Konu : Siyaset
BİR ONLARIN AÇISINDAN - BİR BİZİM AÇIMIZDAN
Barack Obama’nın ABD başkanı olması sürecinde Martin Luther King adını çok daha fazla duyar olduk. Medyamız sağ olsun. Seçilen, Amerika’nın başkanı ama tasası onlardan çok bizi buldu. Yıllar önce küçük Amerika olmayı hayal edenler başlattı bu süreci ve medyamızda hala o günlerde yaşıyormuşçasına devam ediyor propagandaya. Her neyse bu uzun bir konu ve yeri burası değil.
Martin Luther King; Amerika’da ezilen siyahların sesi olmuştu bir dönem. Önderlik ettiği eylemler vs… çalışmaları sayesinde bu konuda çok mesafe kaydedildi. Bu sürecin belki de en önemli olayı King’in 300.000 kişiye hitaben yaptığı konuşmasıydı.
Martin Luther KING 28 Ağustos 1963 tarihli ünlü “Bir Hayalim Var” adlı konuşmasında kendisini dinleyen büyük kalabalığa şöyle sesleniyordu.
Ülkemiz tarihinde özgürlüklerle ilgili düzenlenmiş olan bu en büyük gösteride, şu anda aranızda bulunmaktan kıvanç duyuyorum.
Bundan bir asır kadar önce, şu an manevi himayesinde bulunduğumuz Büyük Amerikalı, Özgürlük Beyannamesi’ni imzalanmıştı. Bu tarihi belge, esaret zinciri altında yaşamış ve adaletsizlik ateşiyle yanıp kavrulmuş milyonlarca zenci için, uzun ve zifiri karanlık esaret gecelerini sona erdirecek bir umut ışığı haline gelmişti. Ancak ne yazık ki, bundan 100 yıl sonra bile, siyahlar hala özgür değil ve hayatlarını ırkçılığın ve ayrımcılığın prangalarına mahkûm olarak, sürünerek geçiriyorlar.
Uçsuz bucaksız zenginlikler okyanusun içinde, fakirlikle kuşatılmış yalnız bir adada yaşıyorlar. Hala kendilerini Amerika toplumundan dışlanmış, kendi torakları üzerinde sürgün hissediyorlar ve acılar içinde kıvranıyorlar. İşte bu maksatla; bugün, bu utanç verici durumu gözler önüne sermek için burada toplanmış bulunuyoruz.
Bir anlamda bugün, ülke başkentine artık vadesi dolmuş çeklerimizi bozdurmak için geldik. Büyük Cumhuriyetimizin yüksek mimarı, İnsan Hakları Beyannamesi’nin ve anayasamızın muhteşem sözlerini imzaladıklarında, aynı zamanda her bir Amerikalının bu mirastan kendine düşen payı alabileceğini de vaat etmekteydiler.
Bu öyle bir vaatti ki, herkesin; evet, siyah olsun beyaz olsun herkesin vazgeçilmez ve devredilemez, özgürce yaşama ve mutlu olma haklarını teminat altına almaktaydı.
Bu gün artık şurası gerçektir ki, Amerika vaat edilen bu haktan, vatandaşlarının renkleri söz konusu olduğunda, vazgeçmiş gibi görünüyor. Bu kutsal yükümlülüğü ifa etmek yerine, zenci vatandaşlara, üzerinde ”karşılıksız” yazan sahte çekler veriliyor.
Ancak biz, Adalet Bankası’nın iflas etmiş olduğuna inanmıyoruz. Bu ülkenin engin fırsatlar hazinesinin iflas etmiş olduğuna inanmak istemiyoruz. Onun için buraya; bu çekin, dilediğimiz anda özgürlüğümüzü ve sosyal güvencemizi geri verecek olan bu çekin, karşılığını almaya geldik.
Ayrıca, bu kutsal mekândan, Amerika’ya, bu işin çok acil olduğunu hatırlatmaya geldik. İşleri ağırdan alma veya uyuşturucu çekmiş kişiler gibi yavaştan hareket etme zamanı değildir. Vakit, demokrasiyle ilgili vaatlerin gerçekleştirme zamanıdır.
Vakit, ulusumuzu adaletsizlik ve ırkçılık bataklığından, kardeşliğin sağlam zeminine oturtma zamanıdır. Vakit, tanrının tüm evlatları arasında gerçekleştirme zamanıdır.
İçinde bulunduğumuz şu anın aciliyetini görmezden gelmek ve bizi siyah vatandaşların kararlılığını yanlış değerlendirmemek, ülkemiz için gerçek bir felaket olabilir. Siyahların memnuniyetsizliğinin yol açtığı bu bunaltıcı sıcak yaz ateşi, ta ki kardeşliğin ve özgürlüğün geleceği serin sonbahar günlerine kadar sürecektir. 1963 yılı bir son değil, yalnızca bir başlangıçtır. “Zencilerin biraz hava atıp boşalmaya ihtiyaçları var, bunlar hemen sakinleşirler” diye düşünenler şunu iyi bilsinler ki, eğer bu usul önceki tutumlarına yeniden dönecek olursa, sarsıcı bir uyanışla karşılaşacaklardır. Zencilerin vatandaşlık hakları verilmediği sürece, Amerika’da ne bir rahat ne de bir huzur kalacaktır. Ta ki, adaletin aydınlığına kavuşuncaya kadar, isyan fırtınaları ulusumuzun temellerini sarsmaya devam edecektir.
Adalet sarayına giden sıcak eşiğin üzerinde durmakta olan halkıma da söylenecek ir çift sözüm var. Haklı davamızı gerçekleştirme yolunda yanlış tutum ve davranışların esiri olmamalıyız.
Hürriyet ateşimizi acı ve nefret kâsesinden içerek söndürmeye çalışmalıyız. Mücadelemizi daima vakar ve disiplinin yüce kanatları altında sürdürmeliyiz. Yaratıcı protestolarımızın fiziksel bir şiddete dönüşmesine asla müsaade etmemeliyiz. Her zaman, fiziksel gücü, manevi gücümüzün sosuz yücelikleriyle karşılık vermeliyiz.
Zenci toplumunu çepeçevre kuşatmış bulunan bu yeni ve kutsal militan ruh, bizi tüm beyaz insanlara karşı bir güvencesizliğe yöneltmemelidir. Beyaz kardeşlerimizin pek çoğu, kendi kaderlerinin bizimki ile sıkı sıkıya bağlı olduğunu idrak etmektedir. Bunun en güzel delili, şu an bizim aramızda bulunmuş olmalarıdır. Biz, bu yolu tek başımıza yürüyemeyiz.
Yolumuzda ilerlerken; daima ileriye bakacağımıza söz vermeliyiz. Artık geri dönmemiz mümkün değil… Kendilerini vatandaşlık hakları uğruna adamış kimselere, “Daha ne zaman tatmin olacaksınız?”diyenlere, zenci halkın hiçbir zaman dile getiremediği polis zulüm ve dehşetin bittiği ana kadar, “Asla tatmin olmayacağız!” diyeceğiz.
Bizler, bu yolda yürümekten bitkin düşmüş vücutlarımız, otobandaki motellerde ve şehirdeki otellerde istirahat edemedikçe, asla tatmin olmayacağız.
Bizler, çocuklarımızı kimliklerinden sıyıran ve insanlık değerlerinden koparan “Beyazlara mahsustur” yazan tabelalar var olduğu müddetçe asla tatmin olmayacağız.
Bizler, Mississippi’deki bir zenci oy veremediği ve New York’taki bir zenci oy vermeye değer bir şey olmadığına inandığı müddetçe, asla tatmin olmayacağız.
Bizler, adalet sular gibi çağlamadıkça ve haklar gür bir nehir gibi coşmadıkça, katiyen tatmin olamayız ve olamayacağız.
Birçoğunuzun buraya büyük bir çalkantı ve zorlukların içinden sıyrılarak geldiğinizi anlamıyor değilim. Kiminiz daracık zindanlardan henüz kurtulmuş olarak burada bulunuyorsunuz. Kimileriniz de, hürriyet aşkınız zulüm rüzgârlarıyla gölgelendiği ve polis işkencesiyle tepelendiği yerlerden geliyorsunuz.
Sizler, ıstırabın her çeşidini tatmış kahramanlarsınız! Acı çekmeden kazanılan başarıların gelip geçici olduğu inancıyla, yolunuza devam edin…
Bu durumun bir şekilde değiştirilebileceğini ve mutlaka değişeceğini bilerek Mississippi’ye dönün, Alabama’ya dönün, Güney Caroline’ya, Georgia’ya, Louisiana’ya dönün, modern şehirlerimizin kıyısındaki fakirhanelerinize ve gettolarınıza geri dönün.
Bugün size şunu hatırlatıyorum ki, dostlarım, ümitsizlik batağında boğulmayalım. Şu an yaşamış olduğumuz ve önümüzde bulunan zorluklara rağmen, hala bir hayalim var benim. Bu hayal, Amerikan rüyasının derinliklerine kök salmış bir hayaldir.
Evet… Bir hayalim var benim…
Gün gelecek, bu ulus ayağa kalkacak ve kendi inanç değerlerini tam anlamıyla yaşayacak. Şu husus apaçık ortadadır ki, bütün insanlar eşit yaratılmıştır.
Bir hayalim var benim!…
Gün gelecek, bir zamanlar köle olanların evlatlarıyla yine bir zamanlar köle sahiplerinin evlatları, Georgia’nın kızıl tepelerinde, birlikte kardeşlik sofrasına oturabilecekler…
Bir hayalim var benim…
Gün gelecek, Mississippi eyaleti bile, adaletsizliğin ve baskıların ateşiyle bunalmış olan o eyalet bile, bir özgürlük ve adalet vahasına dönüşecek…
Bir hayalim var benim…
Gün gelecek, dört büyük çocuğum, derilerinin rengine göre değil, karakterlerinin yapısına göre değerlendirilecekleri bir ülkede yaşayacaklar…
Bugün bir hayalim var benim…
Gün gelecek, Alabama eyaleti, şirret ırkçıları ile, ağzından hep müdahale ve yasaklar yönünde sözler dökülen valisi ile, o eyalet bile, minicik siyah erkek ve kız çocuklarının, minicik beyaz erkek ve kız çocukları ile, kardeşçe el ele tutuşabilecekleri bir yer olacaktır…
Bugün bir hayalim var benim…
Evet, bir hayalim var…! Gün gelecek, özgürlüğümüzün önünde birer engel olan bütün vadiler yükselecek, bütün dağlar eğilecek, engebeli yerler hizaya gelecek ve Allah’ın yüce şanı yeryüzüne inecek ve bütün canlılar bunu hep birlikte göreceğiz.
Bizim umudumuzdur bu… Bu umutla Güneye gideceğiz. Bu inançla umutsuzluk dağlarını yontarak bir umut anıtı yapacağız. Bu inançla ülkeyi saran ahenksiz sesleri kardeşliğin senfonisine dönüştüreceğiz. Bu inanç sayesinde, bir gün özgür olacağınızı bilerek, hep beraber mücadele edecek, hep beraber hapse düşecek ve hürriyetiçin hep beraber ayağa kalkacağız.
İşte o gün yüce Allah’ın bütün kulları yepyeni bir ruhla söylenecekler bu şarkıyı:
Benim ülkem, senin ülken.
Özgürlüğün güzel yurdu,
Sana söylüyorum bu şarkıyı.
Atalarımın öldüğü toprak burası.
Şehitlerin gururu olan toprak…
Her bir dağın yamacından,
Özgürlük yankılanacak!
Ve eğer Amerika büyük bir ülke olacaksa, bunun gerçekleşmesi şarttır. Öyle ise,
New Hampshire’ın yüce tepelerinden özgürlük…
Yankılansın, New York’un ulu dağlarından…
Ve… Pennsylvania dağ kasabalarının zirvelerinden…
Colorado’nun karlarla kaplı kayalıklarından yankılansın!..
Yankılansın, California’nın kıvrımlı yamaçlarından…
Yalnızca Georgia’nın Yalçın Dağlarından değil,
Mississippi’deki her bir ağacın yamacından yankılansın özgürlük…
Ve bunu başardığımızda, her kasabadan ve köyden, her eyaletten ve kentten özgürlük şarkısının yankısını duyduğumuzda, o gün daha da yakın olacak ve Allah’ın bütün kulları siyahlar ve beyazlar, Yahudiler, Hıristiyanlar, Müslümanlar ve Budistler el ele tutuşarak siyahların eski bir ilahisini söyleyecekler.
Sonunda özgürüz!
Şükürler olsun Ya Rabbim!
Sonunda hepimiz özgürüz.
Konuşmasını böyle tamamlıyor King.
Not: Siz Amerikan ve Türk medyasının dediklerine bakmayın. Halen hiçbir şey güllük-gülistanlık değil Amerika’da. Polis tarafından işkenceye uğrayan siyahların sayısı hala azımsanmayacak derecede. Teninin rengi beyazdan az daha siyah birinin oraya başkan seçilmesi medyanın pohpohladığı kadar da çözmüyor birçok problemi. Bunu zaman gösterecek o ayrı.
…………………………………………………………………………………………………
Şimdi bende seslenmek istiyorum bu yazıyı okuyan herkese.
…………………………………………………………………………………………………
Benimde bir hayalim var!
Şiddete dönüşmediği sürece tüm düşüncelerin özgürce ifade edilebildiği bir Türkiye,
Bırakalım konuşsun insanlar, düşündüklerini söylesinler, bilelim ne istediklerini, yanlışsa yanlış diyelim, doğruysa hak verelim, yeter ki insanlara zarar vermeye dönük olmasın, şiddeti desteklemesin söyledikleri.
Konuşmalarına engel olundukça birçok insan marjinalleşiyor ve yanlış yollara sürükleniyor. Normalde yapmayacaklarını yapmaya, söylemeyeceklerini söylemeye başlıyorlar.
Bir kimseyi konuşturmamanın bir tek sebebi vardır benim anlayışımda. Kendi tezlerinin zayıf kalabileceği düşüncesi.
Lütfen ama lütfen insanların şiddet içermeyen, şiddeti desteklemeyen konuşmalarına tahammül gösterelim. Kabul etmeyelim, desteklemeyelim sözlerini ama konuşmalarına ve kendi sözlerini ifade etmesine de engel olmayalım.
Örneğin; Hrant DİNK. Ne geçti elimize o öldürülünce. Ne kazandık, hangi konuda ileri adım attık. Bırakalım konuşsun, inandıklarını söylesin. Bizlerde ona karşı kendi inandıklarımızı anlatalım. Ona yanlış yoldasın, şu noktalarda hatalısın, şöyle olmalı, böyle etmeli diyelim. Demeliydik. Diyemedik. Sadece bir gazeteci iken birçoklarının gözünde efsaneleşti. Şimdi soruyorum: onun yanlış olarak gördüğümüz düşüncelerini değiştirtmek mümkün mü artık? Normalde onun sözlerini doğru bulmayacak insanlar sırf gözlerinde bir efsane haline geldiği için tartışılmaz olarak algılamayacak mı onun düşüncelerini. Ve bir tek Hrant değil, onun arkasından daha birçokları da yanlış düşüncelere sevk edilmiş olmadı mı şimdi? Konuşmayacak olması iyi mi oldu? Ne dersiniz iyi mi oldu?
Yahut başka bir örnek; Ahmet KAYA. Kürtçe şarkı söylemek istediği için linç edildi, memleketini terke zorlandı. Günümüzde devlet kanalı 24 saat Kürtçe yayın yapıyor ve kürt sorununun çözümünde önemli bir adım olarak nitelendiriliyor birçok insan tarafından bu adım. Ahmet KAYA’nın suçu geleceği erkenden yaşamak istemesi miydi? Annesinin anlayabildiği dilde şarkı söylemek istemesi bu kadar mı kabul edilemezdi? Bugünden geriye bakıldığı zaman hata edildiğini görmek çok zorda değil. Soruyorum sizlere: Magazin Gazetecileri Derneği gecesinde coşan, vatan savunucusu pozuna bürünen, sonradan asker kaçağı olduğunu öğrendiğimiz, belden yukarı sözle şarkı yapmasını beceremeyen Serdar ORTAÇ mı daha zararlı bu ülke için, Ahmet KAYA mı? Birçoklarının zaten ben onu da sevmiyorum dediğini duyuyorum. Doğrudur, birçok insan Serdar ORTAÇ’ı da sevmiyordur ama hiç kimse ondan bu vatanı terk etmesini de beklemiyor, beklememeli de zaten. Hiç kimse memleketini terk etmesin. İnandığı değerler uğrunda mücadele etsin. Bu vatan ne kadar benimse o kadar Ahmet KAYA’nın, o kadar da Serdar ORTAÇ’ın olsun. Bu düşünceyi zihinlerimizde kabul edelim en azından. Gerçekten yazık olmadı mı Ahmet KAYA’ya. Yâd ellerde onu PKK destekçilerinin kollarına atmak ne kazandırdı memleketimize? Bende onun birçok sözünün ve davranışının doğru olmadığını düşünüyordum, karşıydım görüşlerine. Ama ne linç etmek istedim onu, ne de kovmak vatanından. Ona yanlış gördüğüm düşüncelerini anlatma fırsatım da kalmadı. Kim bilir belki de benimle aynı şeyleri düşünecekti bugün. TRT 6’nın açılabildiğini görüp, orada yaptığı programda zamanında bazı düşüncelerinin yanlış olduğunu söyleyecekti sevenlerine. O şimdi bu düşüncelerini paylaşma imkânına sahip değil. Ne dersiniz iyi mi oldu?
Daha çooook örnek sayabilirim sizlere. Benim hayalini kurduğum Türkiye: Düşünen ve düşündüğünü ifade edebilen insanların yaşam sürdüğü bir Türkiye.
…………………………………………………………………………………………………
Benimde bir hayalim var!
İnsanların kılık kıyafetleriyle değil, düşünsel becerileri ile değerlendirildiği bir Türkiye,
Hayal edebiliyorum sadece. Bir temel insan hakkı olmasından gayrı, son derece basit bir konu olan başörtüsü ile eğitim konusunu çözemeyişimiz endişeye düşürüyor beni.
Neden korkuluyor, neden izin verilmiyor, neden hala bu kadar büyük bir direniş var bu konuda anlamak mümkün değil. İnsanın başında bir bez parçası ile eğitim görmesi nasıl olurda bu kadar korkutucu olabilir. Cumhuriyetimizin temelleri bir bez parçasının sarsabileceği kadar zayıfsa, zaten orda temel memel yok demektir. Boşuna korumaya uğraşılmasın. Ama eğer ki bu temel sağlam bir biçimde var ise (olmadığını söylemek sadece körlük olabilir) de korkulmasın artık. Bu kıyafet olayının sadece bir boyutu. Mesela kapalı kıyafet giyen insanların kültürsüz, daha açık giyinenlerin ise daha kültürlü ve medeni olduğu şeklinde bir imaj pompalanıyor yıllardır.
Peki doğru olabilir mi bu? Bacakları örtmek hakikaten zihni örter mi ya da açmak gerçekten ufku açar mı?
Cevap basit: zekânın, aklın, ferasetin bu işle hiçbir alakası yoktur.
Lütfen… Birlikte yaşam koşulları içinde giyinilmesinde sakınca olmayan her türlü kıyafeti, hiç alakası olmayan konularla irtibatlandırmayalım. İnsanların zekalarına, vatan sevgilerine ve bu uğruda yaptıkları çalışmalara bakalım. Başörtüsüymüş, mini etekmiş vs… her ne ise insanlar kendi hayatlarında istedikleri gibi giyebilsinler. Kıyafetlerinden dolayı ne kimseyi üstün görelim, ne de aşağılayalım. Şöylesi bir nokta da var tabiî ki. Sevdiğiniz, muhabbetinizin olduğu birine kıyafetleri hakkında yorum yapabilirsiniz. Kumaş pantolon altına spor ayakkabı giyme diyebilirsiniz mesela. Ya da benim yanımda az daha uzun kıyafetler giy kız diyebilirsiniz. Ama tekrar altını çizerek söylüyorum. Sevdiğiniz, muhabbetinizin olduğu birine söyleyebilirsiniz bunları sadece. Ondan gayrisine ne siz karışabilirsiniz, ne de başkaları karışabilir.
Lütfen ama lütfen. İnsanları sadece beyniyle değerlendirin. Vücudunun ne kadarının görünüp görünmediği ile değil.
…………………………………………………………………………………………………
Benimde bir hayalim var!
Bedenlerinden başka sermayesi olmayanlara değil, gece gündüz vatanı için çalışan isimsiz kahramanlarına saygı duyulan bir Türkiye,
İşte zor bi hayalim daha. Kalça ve memelerini uluorta sergileyip, sağa sola sallamaktan başka yeteneği olmadığı halde çok büyük paralar ve şöhret kazanan insanlar yerine, Ar-Ge ofisinde kafa patlatan, yerin 100 metre altında kömür çıkaran insanlara daha fazla değer verilmesi durumunda gerçekleşebilecek hayalim.
Çok önemli bir nokta burası. Gecesini gündüzünü vatanının gelişimine adamış insanları küstürmeme adına çok önemli bir nokta burası.
Şimdi bu durumdaki bir insanın zihninden değerlendirelim şu olayları. Ekranda, gazetelerde vs… cümle noktalarda çıplak birileri var. Halk onlara öylesi değerler veriyor ki canınız sıkılıyor artık. Tanımadıkları, gerçek şahsiyetleri hakkında en ufak bir bilgisi olmaksızın hayranı oluyorlar o insanların. Nedensizce, düşünmeksizin. Vücudunun ne kadar çok kısmını gösterirse o kadar çok hayranı olan insanlardan bahsediyorum.
Bir tarafta ise siz varsınız. Ekrandaki cümle rezilden daha akıllı, daha vatansever, daha çalışkan, daha ahlaklı, daha daha daha….sınız. Ama sizin yerinize bu ekranlardaki gördükleri insanlara hayranlık duyuyor halkınız. Çalışmaya olan inancınızı kaybediyorsunuz ve böylesi bir halk için çalışmaktan vazgeçiyorsunuz. Kaybeden hem siz hem de ülkeniz oluyor. Kazananlar ise Petek Dinçöz’ler, Tuğba Ekinciler, Tuğçe Kazazlar, vs… adını sayamadığım ama sizin her hepsini gayet iyi tahmin ettiğiniz insanlar oluyor.
Evet. Böyle düşünen kardeşim. Haklısın, bu halk senin değerini bilmiyor. Ama sen çalışmaktan vazgeçmiyorsun, çünkü güneş gerçekten balçıkla sıvanamıyor ve sen gerçek manada asla mağlup olmuyorsun. Hak ettiğin değeri almıyorsun ama olsun. O günlerin gelmesi adına bu hayalimi okuyan herkesten bir istirhamım var. Lütfen insanlara hak ettiklerinden fazla değer vermeyin. Bedenini kapattığı anda geriye hiçbir şeyi kalmayan insanları başınıza taç etmeyiniz. Bu ülkenin gerçek kahramanlarının sizden bunu beklemeleri sonuna kadar hakları. Ve bir gün bu gerçekleşecek. İnanıyorum. Kesinlikle gerçek olacak bu hayalim.
Sizlerin sayesinde olacak bu dostlarım. Sahte kahramanlara artık değer vermekten vazgeçen sizler sayesinde olacak.
…………………………………………………………………………………………………
Benimde bir hayalim var!
Vatan hainlerinin ve onların kemik yalayıcıları olanların değil, aklı ve vicdanı olanların gazeteci oldukları bir Türkiye,
Belki de hayallerimin hepsinin önündeki en büyük engel bu gurup işte. Belki de diğer sorunlu durumların oluşmasının nedenleri de bunlar. Orduyu göreve çağıranlar, siyasetçiye baskı yapanlar, baldırı çıplakları halka idol yapanlar, daha neler neler hep bunlar yüzünden olmuyor mu?
Aynen öyle oluyor. Patronlarının işlerini düzeltmek için yalan haber yapmaktan çekinmeyen insanlardan bahsediyoruz (eee aldıkları bol sıfırlı maaşların bir bedeli olmalı). “At yalanı, yobaz ilan et inanmayanı!” mantığıyla haber yapanlardan bahsediyoruz.
Ya da bir papanın seçilmesi sürecini en ince detayına kadar haber yapmayı medeniyet sanıp, müslümanlığın adının dahi geçtiği yerde yobazlık arayanlardan bahsediyoruz.
Kendi ülkesine ait değerlerden öcü görmüşçesine kaçıp, halkı ile alakası olmayan bir sürü şeyi haberci kisvesi altında halka kakalamaya çalışanlardan bahsediyoruz.
Daha bu tanımlamalar uzar gider. Bunlardan o kadar çok ki, sayıları kadar başlık yazsak, 100 lerce sayfadan oluşacak bir yazı çıkar ortaya. Peki gazete sahibi olmadığımıza göre ve bu adamları işten atamayacağımıza göre bu hayali nasıl gerçekleştirebiliriz.
Bunların yazdıkları gazeteleri almayarak tabiî ki. Diyeceksiniz ki bu durumda alabileceğimiz bir gazete kalmıyor. Haklısınız ama en azından sayılarının en az oldukları gazeteleri alın. Suratınıza baka baka size embesil muamelesi yapanlara okkalı bir şamar atın. Halkın akıllanıp gerçekleri görmeye başladıkları anda suratlarının alacağı şekli hayal ederek şimdiden eğlendirin kendinizi.
Ama lütfen yapın bunu. Bunların TV’lerini izlemeyin, gazetelerini – dergilerini almayın. Emin olun bunu başardığımız anda gerçek gazete yazarlarının hak ettikleri yerlere geldiklerini göreceğiz. Bunu yapmazsak peki?
Çok basit. En ufak TV muhabirleri bile kendilerini dokunulmazlık çerçevesine alacak derecede ahlaksızlaşacak ve durum hepten içinden çıkılmaz bir hal alacak. Herkes hakkında cümle rezilliği yapanlar, kendilerine yönelen eleştirileri ise medyanın bağımsızlığına darbe olarak yorumlamaktan çekinmeyecekler. Uzun lafın kısası işte bugün yaşadığımız durumu yaşayacağız. Yani atı alan Üsküdar’ı geçti.
Ne dersiniz geçmemiş olabilir mi? Deneyelim mi?
…………………………………………………………………………………………………
Benimde bir hayalim var!
İşin; herhangi bir kişiye değil, ehline bırakıldığı bir Türkiye,
Birey, birey değiştiğimiz zaman olacak. Sorumlusu biziz, çözende bizler olmalıyız.
İnanıyorum, gün gelecek bunu da başaracağız.
…………………………………………………………………………………………………
Benimde bir hayalim var!
İktidar olmanın ben bilirimcilik olmadığını, muhalefetin ise reddetmek değil yön göstericilik olduğunu kavramışların siyasetçi oldukları bir Türkiye,
Ulaşmanın en kolay olduğu hayal bu olsa gerek. En azından 4-5 yılda bir sandık dolayısıyla önümüze gelmek zorunda olan insanlar siyasetçiler. Bir şekilde kaderleri bize bağlı olan insanlar bunlar.
Ellerine geçirdikleri yetki ile kendilerini devletin mutlak sahibi olarak görmeyecek iktidarları, ya da olmaz, hayır, yapamazsın demeyi muhalefet sananlar sürekli olarak önümüze gelecekler. Bizler çözümün peşinden koşmayacağız, çözüm bizim önümüze koşa koşa gelecek.
Bu sorunun çözümü birincil derecede iki üstteki hayalle ilintili. Medyamız ne zaman gerçek bir medya halini alırsa, o medyanın yönlendirmesi ile iktidar ve muhalefette olmaları gereken şekle girecekler.
Deniz Baykal hiçbir şekle girmez o ayrı. Hayatında hiç iktidar olmaksızın nasıl iktidar olunması gerektiğini anlatmaya devam edecek o. Umarız ki onu oralardan uzaklaştıracak gerçek siyasetçiler çıkacaktır CHP’den. Umarız.
…………………………………………………………………………………………………
Benimde bir hayalim var!
Kişi ve kurumlara değil, onları meydana getiren olguların tarafı olmayı başarabilecek bir halka sahip bir Türkiye,
Düşünen Türkiye yani hayalim. Fenerbahçe – Galatasaray rekabetinin tadını yaşamak için insanlıktan çıkmak gerekmediğini anlayabilecek kadar düşünme yetisine sahip bir halk benim hayalim.
Partisi dediklerinin tam tersini yapsa da, bana tam ters şeyleri bıkmadan usanmadan yapmaya devam etse de ben partimden vazgeçmem diyen insanlarında düşünmeye başladıkları bir zaman sahip olabileceğimiz bir Türk halkı benim hayalim.
Dedim ya benim hayalim düşünme denilen olguyu kavramış bir Türk halkı aslında. Bu halkı ithal edemeyeceğimize, ya da gökten indiremeyeceğimize göre ne yapıp ta böylesi bir halka sahip olacağız.
Çok basit. Okumaya başlamakla, okutmaya başlamakla. Bunun başka yolu yok. Vel hâsılı kelam bir son not benden sizlere.
Fark ettiğiniz üzere tüm hayallerimizin gerçekleşmesi okumaya, bilmeye, anlamaya bağlı. Ne dersiniz okumaya başlayalım mı?